Bugün Savaş Ay vefat edeli tam 4 yıl olmuş... Dile kolay. Daha dün gibi.
Usta gazeteci Savaş Ay aramızdan ayrılalı bir yıl oldu. (Bu yazı 2014'te kaleme alınmıştır) 9 Kasım 2013'te yaşamını yitiren Savaş Abi, tarafsız, vicdanlı, insani ve haber odaklı gazeteciliğin simge isimlerinden biriydi. Onun gazeteciliği bir ekoldü. Savaş Ay'ı yakın çalışma arkadaşlarından, gazetemizin Haber Koordinatörü Şaban Arslan anlattı
Meslek hayatımda onunla pek çok kez karşılaşmıştım ama fazla muhabbetimiz olmamıştı.
Taa ki sabah gazetesine başladığım 2009 yılının Ocak ayına dek... Odamın ilk ziyaretçilerinden biri Savaş Ay oldu. "Hayırlı olsun", çay, sigara faslından sonra sadede geldi. O meşhur kısık sesiyle, "Müdür aç şu bohçanı da görelim haberlerini bakalım, neler getirmişsin bize..." dedi ilk olarak. Haber önerileri aldı benden.
Sonraki günlerde anladım ki Savaş abi bir müdürün odasına iki şey için girer; birincisi haber önerisi almak, ikincisi sigara içmek için... Bu ikisi dışında hiç gereksiz diyaloğa girmezdi. Yok gazetenin idari işleriymiş, yok filanca onu demiş, falanca bunu demiş... İçinde haber geçmeyen kısır çekişmelerin, kişisel hırsların, dedikoduların geçtiği ortamlardan nefret ederdi. "Haber konuşamayacaksak bana eyvallah kardeş..." der, herkesi sustururdu. Onun için 'hayat eşittir haber', 'haber eşittir hayat'tı. Sağlık durumu, saatin kaç olduğu, hava şartları, mesafeler... Hiç bir şey onu haberden uzaklaştıramazdı. Fındıklı'daki evinin bir bölümünü telsiz odası yapmıştı. 24 saat polis telsizi dinliyor, ilgisini çeken bir hadise olduğunda motoruna atlayıp olay yerine damlıyordu. Tam donanımlı fotoğraf makinesi, kamerası, alet edevatı... Haber için gerekli olan her şeyi her an yanında dururdu.
BEN MUHABİR SAVAŞ AY
Günümüzde malum, genç gazeteciler kendilerini muhabir olarak tanıtmaktan utanır hale geldiler. Muhabirlik kötü bir meslekmiş gibi. Bir an önce bir köşe başını tutmak, müdür olmak, yazar olmaktır genç meslektaşlarımızın hedefi... Haber yapmak en zor olan işidir çünkü mesleğin.
Gazetecilik demek muhabirlik demekti Savaş Ay için. Onu herkes tanırdı ama kendisini tanıtması gerektiği durumlarda, "Ben muhabir Savaş Ay" derdi gururla...
Ona daha önce Turkuvaz Haber Ajansı müdürlüğü görevi verilmişti. Yeterince kendi haberlerine vakit ayıramayacağını anlayınca, maddi olanakları daha iyi olan bu işi elinin tersiyle itmiş, yine kendisini sokaklara atmıştı.
Her seferinde gururla anlatırdı, onca baskıya rağmen müdürlüğü bırakıp sokaklara kaçış hikayesini.
Bir de haberi herkesten kıskanırdı. Haberini gündeme vereceği güne kadar servis şefi hariç kimseyle paylaşmaz, hiç kimseye haber önerisinde bulunmaz, gider kafasında bir haber varsa mutlaka kendisi yapardı.
Hayatının her anını fotoğraflar ya da kameraya kaydederdi. Mesela hiç birimizin aklına gelmez... Uçağa binerken kamerası hep açık olurdu. Her saniyeyi kaydederdi. Kendisini, beni, yolcuları, hostesleri çekerdi. "Oğlum uçak düşerse işe yarar" derdi. Sanki içinde bulunduğu uçağın düşme haberini kendisi yapabilecekmiş gibi. "Abi biz öldükten sonra kamera görüntümüz olsa ne olur olmasa ne olur" diye takılırdım ona.
HABERİN SONUNA KADAR GİTTİ
Çok inatçı ve ısrarcıydı haber için. Bir haberi kafasına koydu mu onu mutlaka yapardı. Bir gün İstiklal Caddesi'nde yürürken bir binanın çatısından kocaman bir taş düşüyor. Kafede oturan genç bir adam ölümden dönüyor, elinden yaralanıyor.
Heyecanla aradı beni gecenin bir vakti. "Müdür hastaneye kadar takip ettim, çok güzel iş oldu..." Güzel iş dediği sıradan bir yaralanma olayı. Devam sayfasında 2 sütuna on santim haber en fazla...
Bu olaydan bir sene kadar sonra, Istiklal Caddesi'nde elinden yaralanan o genç adamın kız arkadaşı arıyor Savaş abiyi... Diyor ki "Nişanlımı kaybettim, Bodrum'da denizde boğuldu..." İnanılmaz bir hikaye. Genç adam bir heykeltıraş. Ölüm yakasını bırakmıyor. Yarım kalan randevu ölümle sonuçlanıyor. Sabah'ta kocaman manşet... Taksim'de bir yıl önce çekilen yaralanma fotoğrafları eşliğinde...
SESİN KISIK AMA…
Kapıdan kovsan bacadan giren bir adamdı… Turkuvaz Medya Grubu yöneticileriyle, Türkiye'nin değişik illerinde toplantılar yapıyorduk. "Sadece yöneticiler katılacak" diye şerh düşülüyordu. Bu yüzden Savaş Ay'a da "Hadi Diyarbakır'a gidiyoruz" diye haber vermemem gerekiyordu. Ama ne mümkün haber vermemek. Canıma okurdu yoksa; "Abi benden duymuş olma, şu tarihte falan yerdeyiz…"
O bir yolunu bulup herkesten önce gidiyordu oraya. Bir gün Adana'ya gittiğimizde, onu Seyhan Oteli'nin lobisinde piyano çalarken görmek, herkese sürpriz olmuştu...
Toplantıların neşe kaynağıydı. Sabah Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Metin Yüksel ona, "Savaş abi sesin kısık ama herkesten fazla gürültü yapıyorsun" diye takılırdı.
SAVAŞ AY HAC'DA
Savaş Ay'a, ahir vaktinde hac farızasını yerine getirmek de nasip oldu. Metin Yüksel ısrar etmişti, Sabah adına o yıl hacca gitmesi için… Önce "Gitsem mi acaba" demişti ama çok huzurlu dönmüştü hacdan…
Hatta döndükten sonra ölümüne kadar, 'hacı arkadaşları'yla bir araya gelmeye özen gösterdi. Onları güldürdüğünü, yemek pişirdiğini anlatıyordu.
BANA VERDİĞİ BİR NUMARALI DERS
Son 5 yılında Savaş Ay'la en çok mesai geçiren kişilerden biri sanıyorum bendim. Bütün başarılı insanlar gibi zor yanları da yok değildi. Ama ben onu, üzmemek, layık olduğu saygıda kusur etmemek için anormal çaba sarf ettim. Bunun karşılığında, onun tecrübelerinden yararlanarak, habercilik, gazetecilik bilgilerimi tazeledim.
Çok ilginç gelir bana hala... Ben bu 5 yıllık süre zarfında, Savaş Ay'ın siyasi görüşünün ne olduğunu anlayamadım. Bana verdiği en önemli gazetecilik derslerinden biridir bu: Gazetecinin ideolojisi sadece haberdir... Siyasi parti kongrelerinde masaların üstüne çıkarak slogan atan gazetecileri görünce, Savaş Ay gazeteciliğinin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladım.
HABER HASTALIĞI
Hangi kurumda çalıştığı, haberlerinin kaç kişi tarafından okunacağı hiç önemli değildi onun için. Mecbur kalsa 500 tirajlı bir yerel gazetede bile çalışabilirdi. "Kaç kişinin okuduğu önemli değil oğlum, 3 kişi bile okusa, okuyucuya saygı göstereceksin" derdi. Sanki 'haber hastalığı'na yakalanmıştı. Sık aralıklarla ilaç niyetine aldığı haberler, onun bütün rahatsızlığını gideriyordu.
Sabah'ın ana gazeteye göre tirajı daha düşük olan bölge ilaveleri için onlarca haber yaptı hiç gocunmadan.
SAVAŞ AY'A HAKARET EDEN ESKİ DOSTLAR
Gezi olaylarının yaşandığı günlerdi... Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile memleketi Konya'da röportaj yaptık beraber. Birkaç bin tirajlı Konya ilavemiz için... Aynı şekilde Bursa ilavesi için de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'la röportaj yapmıştık daha önce...
Davutoğlu röportajından sonra gelen bazı tepkiler onu çok üzmüştü. İlk kez onu bu kadar üzgün gördüm. Demişti ki bana: Gazetecilik de gazeteciler de çok politize oldu Şabancım. Eskiden kader birliği yaptığımız, birlikte habere gittiğimiz gazeteci dostlarım telefonla ya da mesaj atarak hakaret ediyorlar bana. "Senin gibi adamın hükümetle, bakanlarla ne işi olur. Onlara niye hizmet ediyorsun" diyorlar. Ben 30 sene 40 sene önce ne tarz haberler yapıyorsam, bugün de aynılarını yapıyorum. Ben siyasetçi değilim ki. Haberciyim. Haber değeri olan insanlarla röportaj yapan bir gazeteciye neden siyasi baskı uygularlar ki... Ben kimseye hizmet falan etmiyorum, sadece haberimi yapıp geçiyorum.
SAVAŞ AY EKOLÜ
Savaş Ay'ın gazeteciliğiyle ilgili olarak özetle şunu belirtmek istiyorum: Savaş Ay gazeteciliği, kesinlikle bir ekoldür. Ve iletişim fakültelerinde ders olarak okutulacak kadar tarafsız, vicdanlı, insani ve haber odaklıdır Savaş Ay gazeteciliği...
ALÇAK GÖNÜLLÜ, DİYALOĞA AÇIK
Belli başarılar elde etmiş gazetecilerin çoğu kaprislidirler, kibirlidirler. Selam vermeye korkarsınız onlara. Haşa, küçük dağları onlar yaratmışlardır belki de!...
Onca başarılara imza atmış bir gazeteci Savaş Ay... İnsanlarla diyalogdan hiç kaçınmazdı. Kibir, kapris, ünlü gazeteci havaları... Hiç yoktu onda. Ama bazen onun bu alçakgönüllü halini suistimal etmeye kalkışanlar ya da hastalığıyla ilgili ısrarlı soru soranlar oldu mu... Gözünün yaşına bakmaz, canına okurdu adamın. Saygısızlığa, /özellikle de genç gazetecilerden/ asla müsamaha göstermezdi.
Saygı demişken… Makama, yöneticilere asla saygısızlık etmezdi. "Sonuçta Savaş Ay da olsam, ben bir muhabirim, sen bu gazetede yöneticisin. Makamına saygı göstermek zorundayım. Ben büyüklerimden bunu gördüm" derdi. "Abi sen Savaş Ay'sın, bu kadar alçak gönüllü olma" diye takılırdım. "Yok öyle müdür. Emir demiri keser" derdi.
SELAMSIZ GURURU
İnanılmaz bir çevresi vardı. Onca üst düzey isimlerden oluşan çevresine rağmen, Çingene mahallesi Selamsız'da büyüdüğünü, kişilik gelişimini orada tamamladığını anlatırdı gururla... Orada arkadaşlık, komşuluk yaptığı insanları anardı ha bire. Zaman zaman görüşürdü hatta onlarla.
Çevresinin bu kadar geniş olmasında, ünlü bir ses sanatçısı olan annesi Şükran Ay'ın rolü de vardı elbette. Ama onun bu geniş çevreyi edinmesini sağlayan asıl, yaptığı etkili haberleriydi. Sezen Aksu'dan Orhan Gencebay'a, Ajda Pekkan'dan Sibel Can'a... Bakanlar, milletvekilleri, valiler, emniyet mensupları. Hatta Cumhurbaşkanı, Başbakan... Hepsine bir telefon uzaktaydı.
SESİME İHANET EDEMEM
Özellikle de atv'de uzun yıllar yaptığı A Takımı, onun gurur abidesiydi. Hastalığının son döneminde gırtlağındaki tümör iyice kontrolden çıkmaya başlamış, radyoterapiyle temizleme olanağı kalmamıştı.
Doktorları, son 5 yıldır, daha uzun yaşayabilmesi için tek bir şart koşuyorlardı: Tümörün bulunduğu gırtlak bölümünü ameliyatla komple almamız gerekiyor...
Savaş abi, bu amaliyatı olmadığı taktirde öleceğini çok iyi biliyordu. Bir seferinde biraz ısrarcı oldum; "abi inat etme, aldıralım şu gırtlağı da rahat et..."
Gırtlağı alındığında, kısık olan sesini de kaybedecek, bir makine yardımıyla konuşacaktı... "Ben bu sesimle A Takımı'nı yaptım. Büyük başarılara imza attım. Şimdi bu sese nasıl ihanet ederim?
Evet sesine ihanet etmedi Savaş Ay. Ama bu inadı yüzünden belki de erken göçüp gitti bu dünyadan, aramızdan...
ÖLÜM UMURUNDA DEĞİLDİ
Savaş abinin doktorları, onun bu hastalıkla en çok hayatta kalmayı başaran hastalardan biri olduğunu söylüyorlardı. Savaş abi, kanserli olarak 15 yıla yakın bir zaman hayatta kaldı. Bu sürenin bu kadar uzun olması, bence Savaş abinin ruh haliyle bağlantılıydı. Şöyle ki: Kanserin, rahatsızlığını takıntıya dönüştüren stresli hastaları daha hızlı ölüme götürdüğü söylenir. Savaş Ay, hastalığını hiç dert etmezdi. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşardı. Doktoruna bir gün, "Doktorcum boğazım niye acıyor" diye sormuş. Doktoru da ona, "Savaş bey kanser hastasısın. Seninle beraber tedaviye başlayanlar on sene önce öldüler" demiş. Bunu anlatıp kahkahayla gülerdi.
AH OĞLUM BİZ SENİ BEKLİYORDUK
Savaş abinin annesi Şükran Ay da bir yıl kadar önce kanserden vefat etmişti. Annesinin ölüm haberini alınca Fatih'teki eve gitmiş Savaş abi. Annesinin apartman komşusu kadınlardan biri Savaş abiye, "Ah oğlum, çık erken kaybettik Şükran hanımı. Biz oysa seni bekliyorduk…" demiş.
Katıla katıla gülerdi. "Bakar mısın, benim ölümümü bekliyorlarmış" derdi.
Öyle ki biz bazen ondan daha çok evham yapardık. "Abi sigara içme, kendini üşütme, yediklerine dikkat et..." Adamın umurunda değildi bunlar. Son yıla kadar günde 2-3 paket sigara içti. O kadar ki öldüğü gün bile sigara içmiş olabilir.
GEL HORHOR'DA BİR KEBAP YİYELİM
Savaş abi hastalığını hiç umursamıyordu ama son iki senedir giderek ölüme yaklaştığını görüyorduk biz. Ölümünden üç ay kadar önceydi... Tutturdu "İzmir'e gidelim" diye. Gidip Sabah'ın Egeli ilavesi için haber yapacak. Beraber gitmeye karar verdik. Havalimanında buluşmak üzere sözleşmiştik. Bekledim bekledim gelmedi. Telefonunu da açmıyor. Uçağın kalkmasına yarım saat kala şoför aradı ve "Savaş abi rahatsızlandı, hastaneye kaldırdım" dedi.
Apar topar havalimanından çıkıp İncirli'deki hastanenin acil servisine gittiğim zaman onu ilk kez bu kadar kötü gördüm. Sonun başlangıcının o gün olduğunu anladım. Savaş abi o günden sonra çok daha kötüleşti.
O kadar kötü hissettim ki onu acilde maskeyle nefes almaya çalışırken görünce. Ama onun hiç umurunda değildi bu vahim görüntü. O ha bire telefonuyla selfi yapıyor, hemşirelerin ve yanına gelenlerin resimlerini çekiyordu.
Öğleye doğru nefesi normale döndü, taburcu ettiler Savaş abiyi... Hastaneden adımını atar atmaz, "Hadi gidip Horhor'da güzel bir kebap yiyelim" dedi. Gittik, yedik...
KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ
Son bir ayını sürekli Samatya hastanesinde yatarak geçirdi Savaş abi... Cumartesi günleri işe giderken onu ziyaret ediyordum. 9 Kasım günü de öyle yaptım.
Onu ilk kez moralsiz gördüm o gün. Huysuzdu. Sanki o anın yaklaştığını hissediyordu. Daha önceki ziyaretlerimde hep, "Burdan çıkınca bölgelere gidip haber yapalım. Bana iş ver" diyordu, ısrarla...
O gün bunu ilk kez söylemedi. 5 senelik yakın dostluğumuz süresince belki de ilk kez benden haber istemedi...
Çok zayıflamıştı. Serum iğnelerinin delikleri yüzünden kolları morarmıştı iyice. Odada iki kişi daha vardı. Onlardan dışarı çıkmalarını rica etti.
Karşıdaki sandalyeyi çekip yanına oturmamı istedi. Elini tuttum. Kısa süre memleket meselelerinden konuştuk. İlk kez gündemi takip etmemişti. Benden kısa bir özet aldı.
Sonra, çaresiz, gözümün içine bakarak, "Ben köprüden önce son çıkışa geldim Şaban" dedi. "Abi sen nasıl konuşuyorsun böyle... Hadi kalk şuradan artık. Daha çok manşetler atacağız, haber yapacağız..."
Tekrar fısılsadı: Köprüden önce son çıkışa geldim ben. Senden bir ricam var. Ben meslekte 40 yılımı doldurdum. Müessesem, ölmeden önce bana bir 40'ıncı yıl kutlaması düzenlerse çok mutlu olurum...
"Abi hele sen bir iyileş... Daha ne kutlamalar, ne haberler yapacağız."
Bir daha ne bir haber yapabildik, ne de Savaş abinin 40'ıncı gazetecilik yılını kutlayabildik... İki saat sonra refakatçisi Gamze aradı ve o kaçınılmaz sonun haberini verdi: "Savaş abiyi kaybettik..."
Allah mekanını cennet etsin Savaş abi… Seni çok özledik.
Şaban Arslan
HABERİN LİNKİ İÇİN TIKLAYIN https://www.sabah.com.tr/pazar/2014/11/09/o-ameliyati-keske-olsaydin?paging=1
Bu dünyadan bir Savaş Ay geçti. Vefatının 4. yılında saygıyla...
Reviewed by sabanarslan.com
on
Perşembe, Kasım 09, 2017
Rating:

Hiç yorum yok:
Küfür ve hakaret içerin yorumlar yasaktır, yayınlanmaz. Yorumlama Biçimi tercihlerinden "Ananoim'i tercih ederek, herhangi bir hesaba bağlanmadan yorum gönderebilirsiniz.