Dünyanın en zor... ama bir o kadar da keyifli işidir muhabirlik. Ben muhabirken...



“Biz eskiden” diye başladığımız gazetecilik anılarımız, genç gazetecilere ninni gibi gelir… Günümüzdeki gazeteci adayları çünkü, köşe yazarı olmaya gelirler. Muhabirlik onlara göre, modası geçmiş, gereksiz, ayrıntıdan ibarettir… “Ben nerede yazacağım” diyenlere bile rastladık.
Halbuki gazetecilik eşittir haberdir. İyi haberleri de ancak iyi muhabirler üretir. Ben 30 yıla yaklaşan gazetecilik serüvenim boyunca, muhabirlikten hiç kopmadım. Kendimi hala muhabir olarak hissederim. En iyi haberimin hala, yapmadığım haber olduğunu düşünürüm.

BEN MUHABİR SAVAŞ AY…
Savaş abi, kendisini tanıtırken “Ben Savaş Ay, muhabir Savaş Ay” derdi gururla… Öldüğü gün son görüştüğü kişilerden biri benim. Ölüm döşeğindeki sohbetimizin konusu yine haberdi. “Şurdan bi çıkiim Şabancım, hemen değişik bölgelere gidelim, röportajlar izlenimler yapalım…”
Şimdi gençler, rahat ortamlarda yetişiyorlar. Para istiyorlar, kestirmeden kariyer istiyorlar. “Ben şunu olmak istiyorum” diye geliyorlar. Gelip bakıyorlar, üç ay beş ay… İşlerine gelmeyince, daha doğrusu zoru görünce bırakıp kaçıyorlar.
Çünkü gazetecilik, özellikle de muhabirlik, özellikle de polis-adliye muhabirliği, öyle dışarıdan göründüğü gibi kolay bir iş değil. Tırnaklarınla kazımadan, çalışmadan, sabretmeden, öyle çok para kazandıran, gelecek vaadeden bir meslek değil.  

Savaş Ay'la Erzurum'da...
SEÇKİN IRK GAZETECİLER
Karamehmet’in sahibi olduğu dönemde Akşam gazetesinde çalışırken tanık olduğum bir konu var mesela çok enteresan bir örnektir… Management Training diye bir program yapmışlardı. Türkçesi, yönetici adaylığı. Çoğunlukla varlıklı ailelerden gelen, iyi okullarda eğitim görmüş, yabancı diller bilen çocukları yetiştirip, gazete yöneticisi yapmak üzerine bir projeydi…
Daha kurstayken bizden daha yüksek ücretler veriyorlardı çocuklara. Öyle bir gaz vermişlerdi ki onlara, “Burada gazeteyi yapan ekipteki insanlar, kara düzen gazeteciler. El yordamıyla gazetecilik yapıyorlar. Sizler yakın bir gelecekte bu gazetenin gerçek sahipleri, yöneticileri, çalışanları olacaksınız…”
Kursu bitirince çocuklar, sudan çıkmış balığa dönmüşlerdi. Servislere serpiştirdiler onları. Yani yönetici olacakları, bizi yönetecekleri birimlere… Gelip gördüler ki kendilerine anlatılan gazetecilikle gerçekteki gazetecilik çok farklıymış. Gazetecilik öyle masa başına geçip “Ben gazeteci oldum, muhabir oldum, yazar oldum” demekle olan bir şey değilmiş.
Uzatmayalım sözü, orada yetişen seçkin ırk management training’lerden bir kaçı hariç çoğu, bırakın gazete yöneticiliğini, muhabirlik, editörlük bile yapmıyor bugün.

1 Mayıs'lardan birinde ben...
YA HABERİ TOPARLA YA İŞİ BIRAK
Basın Yayın Yüksek Okulu benim üniversite sınavındaki ilk tercihimdi. Neden bilmiyorum, delicesine gazetecilik saplantım vardı. Dolayısıyla, mesleğin hangi dalında çalışacağım falan umurumda değildi. Bir şekilde mesleğe adım atmaktı hedefim. Attım da… Recep Bolat’a çok şey borçluyum bu açıdan. Allah ona rahmet eylesin…
Sene 1988… İlk gün istihbarat şefim beni Laleli’deki bir intihar haberini toplamam için gönderdi. Trabzonlu bir adam. Kanser hastasıymış. Kaldığı otelin penceresinden atlayıp intihar etmiş. Praktika marka bir fotoğraf makinesi almıştım Hayyam’daki o meşhur taksitçiden. Bana dediler ki “Diyaframı 5.6’ya getir, bas deklanşöre. Meğer 5.6 flaş diyaframıymış. Ben o gün ne çektiysem, dayadım 5.6’yla çektim.
İlk acı tecrübemi yaşadım meslekte ve açık hava çekimlerinde pozometreye göre ışık ayarı yapmak gerektiğini, ilk fotoğraflarımı yoğurtlayarak öğrenmiş oldum. (Aşırı ışık alan, parlak çıkan fotoğrafa yoğurt derdik.) Adamın hikayesini, fotoğraflarını toparlamam akşamı buldu. Çünkü istihbarat şefim, “O işi toparlamadan buraya gelme kardeşim. Ya da oradan bırak git” demişti bana. Bunun anlamı şuydu: İki gün bile sürse bu, o işi tamamlamadan gazeteye dönmeyeceksin….
Biz yıllarca hep bu mantıkla çalıştık… “Ya haberi, hikayeyi, fotoğrafı tam olarak toparlarsın, ya da işi bırakıp gidersin. Yani kovulursun...”

İSTİHBARAT ŞEFİMİN BANA VERDİĞİ DERS
Akşam dialar laboratuvardan çıktı, ürkek adımlarla gidip şefin eline tutuşturdum. “Yoğurtlamışsın oğlum” demesiyle, dialarımı makasla ortalarından kesip çöpe atması bir oldu… Halbuki kurtaran fotoğraflar vardı. Ama gün boyu emek verdiğim fotoğraflarımı parçalayıp çöp sepetine atarak bana mesleğimdeki ilk acı dersimi vermişti. 
Dünyanın en zor... ama bir o kadar da keyifli işidir muhabirlik. Ben muhabirken... Dünyanın en zor... ama bir o kadar da keyifli işidir muhabirlik. Ben muhabirken... Reviewed by sabanarslan.com on Cuma, Mayıs 20, 2016 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Küfür ve hakaret içerin yorumlar yasaktır, yayınlanmaz. Yorumlama Biçimi tercihlerinden "Ananoim'i tercih ederek, herhangi bir hesaba bağlanmadan yorum gönderebilirsiniz.

Blogger tarafından desteklenmektedir.